Perşembe, Mayıs 31, 2012

Külahta dondurma



Ben bugün mezun oldum...Ben bugün üniversite yıllarımdan ayrıldım, ben bugün dört yılda kurmuş olduğum güzel arkadaşlıklara, üzerimde emeği geçen öğretmenlerime, bölümün ortasına, geride kalanlara, Kafetto'ya, Villa Grilla'ya, eskimiş piyano tuşlarına, küçük çalışma odalarına, dolabıma, oyun dans müzik odasına, arka bahçeye, çardaklara, güzel öten kuşlara, mis kokulu ağaçlara,çiçeklere, öğrenci kimliğime, turnikelere, 7 numaraya, konserlere daha aklıma gelmeyen birçok şeye elveda dedim...Neler bekliyor şimdi beni? Öncekiler,şimdi ve sonrası...

Çok hızlı eriyip gitmedi mi zaman? Zaman külaha konmuş iki,üç top dondurma gibi. Bense -küçük elleriyle külahı tutamadığı için dondurması yere düşen- bir çocuk gibiyim. Öylece bakakalmışım yere, belki bir iki damla yaş ile birlikte. Bir külaha bakmışım bir de 'siyah,beyaz,pembe' renkli üç top dondurmaya.

Birbirine karışmış yerde yatan üç renk. Yokuş aşağı akıp gidecekleri yerde inatla tırmanya çalışıyorlar yukarı. Yer çekimine karşı gelen, yukarı tırmanan üç renk. Tırmandıkça yorulan, yoruldukça tırmanan...

Cumartesi, Mayıs 26, 2012

Bugün neden gelmedin?

Uzakta birisi mi var?
Kestiremiyor gözlerim...
Siyah bir gölge gibi sanki,
emin olamıyor aklım.
O sırada dinlediğim şarkının tesiri mi bu?
Yoksa gerçekten birisi mi var orada?
Sesleniyorum boşluğa...
Bir çıtırtı duyuyor gibi oluyorum,
seçemiyor kulaklarım
Sonra gittikçe uzaklaşıyor gibi oluyor gölge,
bense hiçbir şey yapamıyorum.
Sadece bir el kalkıyor
Benim elim sanki,
idrak edemiyorum...
Kalkıyor el,
yetmezmiş gibi sallanıyor bir de.
Bir sağa bir de sola.







Cuma, Mayıs 25, 2012

görmedim,duymadım,bilmiyorum.








Geceye açılırdı gözlerim
bakardım,
göremezdim.
Rüzgara açılırdı kulaklarım,
duyardım,
ürker kapatırdım.
Konuşmaya açılırdı dudaklarım
bilirdim,
bağıramazdım.


           

mesela...








Bir şarkı dinlersin mesela,
Vurur yüzüne yine yaşanamayanlar.
Ya da bir kitap okursun,
Umarsızlaşır hayat aniden.
Bir adam seversin mesela,
Kendini ifade edemez,
Ürkersin...
Yine,
Yeniden.


"Valla Suçsuzum abi..."

        




          İnsanoğlu nankör,bencil derler de inanmayız.bir de burdan bakalım nankör müyüz,bencil miyiz,değil miyiz ?

         Diyelim ki sabah uyandınız 1 saat içinde evden çıkmanız gerek. Saati 07:00 a mı kurdunuz yataktan çıkmanız zaten 07:15.Yüzünüzü yıkadınız,giyindiniz,bişeyler yediniz hadi,oldu 07:45. Sonra saçtır makyajdır...O da bitti tamam.sonra oyalanır da oyalanırsınız. Anahtarı arar bir türlü bulamazsınız. En son baktığınız yerde bulduktan sonra tam çıkacaksınız giymiş olduğunuz kazakta leke olduğunu görür üzerinizi değiştirmeye koyulursunuz. Evden çıkar, koşar adımlarda durağa gelirsiniz. Siz gelmişsinizdir ama otobüs yoktur bir türlü de gelmez. Aksilik bu ya. Aslında olsa olsa 15 dk beklersiniz.(15 dk= uyanmak ile uyanamamak arasında geçen süre). Geldi otobüs bindiniz. Şöföre surat yapıyorsunuz."nerde kaldın abi?" edası var yüzünüzde.(hemen de farkeder ya şöför). İlerlediniz yer yok,etrafınız sarıldı nefes bile alamamaktasınız.Trafik de sıkıştı tam oldu.Ah bu yollar...Neyse hadi şöyle böyle geçti zaman vardınız gideceğiniz yere.Başlarsınız panik içinde anlatmaya:"kusura bakmayın hep otobüs yüzünden çok geç geldi.yollar deseniz..yani gerçekten benim suçum değil..." İnandırdınız ya da inanmış gibi yaptılar.

        Yazın kavurucu sıcağında azıcık olsun ferahlamak istediniz. Çıktınız yola. Yanınıza da aldınız mangal malzemelerini. Oh değmeyin keyfinize.Vardınız kumsala.Var mı deniz kum güneş gibisi?..Güneşlendiniz.İş denize girmeye geldiğinde mızmızlanırsınız."Çok soğuk bu su ya giremiycem sanırım"Afedersiniz ama elimizde bu var kalmadı daha sıcağı.(!) Okul dönemlerimize bakalım. Sınav tarihleri yaklaşık olarak bellidir aslında ama ders çalışma şevkimiz hep bir gün öncesinde ziyaret eder bizi. Kahvenizi yaptınız tam oturacaksınız zil çaldı.Hay aksi.Arkadaşınızdır gelen."Naber ya baktım tek olmayacak,dedim gideyim şuna beraber çalışalım."Daldınız sohbete geçti vakit. İçilen kahvelerde bir yere kadar uyuyup kaldınız oracıkta. Ertesi sabah geçirdiğiniz en verimli sınavlardan biriydi.2 hafta geçti,notlar asıldı. Nasıl olduysa hoca çok düşük vermiş size.Bak sen şu hocaya(!)

         Bunun gibi daha bir sürü şeyden bahsedebiliriz. Bahaneler üretip dururuz. Aslında otobüs değildir geç kalan,sizsinidir. Deniz değildir soğuk olan;vücüdunuzun sıcaklığı fazladır ya da hoca değildir düşük veren;bizzat kendiniz almışsınızdır o notu. Hep bir neden sonuç ilişkisi içindedir süregelen hayat. Nedenini bilemediğiniz konularda sonuca da varamazsınız. Bu yüzdendir ki işte aralarda yaşarsınız hayatı.

okulla ev,
çocuklukla yetişkinlik,
denizle kara,
tümceyle sözcük,
gürültüyle sessizlik,
ışıkla karanlık,
ilgiyle ilgisizlik,
hatta ad ve soyad,
benlik ve ruh arasında.
siz ve içinizdeki siz arasında yaşarsınız hayatı.





Salı, Mayıs 22, 2012

Güle güle 2008 girişliler...




Öğrencilik hayatımın son günleri...-İnanası gelmiyor insanın- hala durup düşünüyorum ellerim harflere dokundukça...Üniversite hayatı bir başkadır derler ya hani gerçekten öyle i(miş). Benim arkadaşlarım başkaydı,arkadaşlıklarım...Seneye okul başladığında tekrar bir arada olamadığımız zaman anlayacağız sanırım,hayatımızda önemli bir yolun sona erdiğini ve diğer önemli yolun başına geldiğimizi...

Neler yaşamadık ki...Yazlıklara mı gitmedik, lunaparkta kamikazeye mi binmedik, çimlerde oturup biralar mı içmedik,yeni yıla birlikte girmelerimize ne demeli? :) En kötüsü erkeklerin evi hep pisti ve kızlar 4 yıl boyunca yardım etmeye mahkümdü... Sonra doğum günlerimiz hiç ayrı geçmedi. Gülmelerimiz ağlamalarımız bir oldu. Kırmadık mı hiç birbirimizi? Elbette isteyerek ya da istemeyerek bir şekilde kırdık birbirimizi. Gruplaşmalar olmadı mı? Elbette oldu. Her insan birbini sevmek zorunda değildir elbet ama en azından saygılıydık çoğu kez. Hayat gün geçtikçe sorumluluklar kumbarasını biraz daha dolduruyor ve ağırlaşan kumbara bazen bizi 'biz' olmaktan çıkartıyor. İşte böyle 'an'larda bağırdık çağırdık belki, belki kırdık, belki küstük, belki pişman olduk, belki pişman bile olmadık. Çünkü biz her şeyden önce 'insan'dık. Duygusunu yitirmeyen,Atatürk'ün izinde ilerlemeye and içmiş öğretmen adaylarıydık biz. Haksızlığa sus demeyenlerdendik biz. 2008 girişliler biz iyi ki biz'dik.


 
Pelin Çivi iyi ki varsın uyuyan güzel,
Behsat Kaan Sarınç iyi ki varsın romantik prens,
Hazal Ermin iyi ki varsın hızlı okuma kursumuzun birincisi :)
Ceyhun U-luğ! iyi ki varsın Okan Bayülgen :)
Aslı Birinci iyi ki varsın hülya bakışlı,
Ali Özbay iyi ki varsın besteci,
Miray Seçer iyi ki varsın güzel ev arkadaşı,
Alican Büyükaşık iyi ki varsın dans partneri,
Merve İşbilen iyi ki varsın Carmen,
Erman Kun iyi ki varsın rahat adam,
Selin Sinanoğlu iyi ki varsın kendisi minik ama yüreği büyük kız,
Teoman Gürses iyi ki varsın küçük abi :)
Selin Öksüz iyi ki varsın, flüt prensesi,
Ahmet Ali Murat iyi ki varsın gitar prensi :),
Ece Barboros iyi ki varsın spagat açan kız,
Evren Özyünlü iyi ki varsın derslerde bir kez bile uyanık göremediğim adam,
Melike Ağaoğlu iyi ki varsın sessiz ve iyi niyetli arkadaşım,
Oğuzhan Çınlar iyi ki varsın sınıfımızın en en en espirili insanı :)
Emre Koptur iyi ki varsın Capture,
Olcay Açarı iyi ki varsın turuncu,
Orhun Akınönder iyi ki varsın uzun ve kısa saçlarınla :)
Bilgesu Yıldırım iyi ki varsın etnik insan,
Gürkan Er iyi ki varsın müzisyenin dibi,
Yiğit Yavuz iyi ki varsın "ya delircem!" (delirmeden gidiyosun:))
Gurur Özçelik iyi ki varsın yakışıklı prensimiz
Şule Aydın iyi ki varsın,
Tuğçe Bekan iyi ki varsın,
Emre Sözen iyi ki varsın,
Ümit Aydıner iyi ki varsın,

ve güle güle 2008 girişliler...

Hepinizi çok seviyorum, çok özleyeceğim.



Cumartesi, Mayıs 12, 2012

'ben ya da sen'


Batmak üzere olan güneşin son çırpınışları gibiyim bazen... Öyle inatçı, sabırsız...Öyle turuncu...
Güneşi son kez kucaklamak isteyen bulutların özlemi gibisin bazen... Öyle mahsun, dalgın...Öyle gri...



Çarşamba, Mayıs 02, 2012

Işığını Kaybetmeyenler'e...

Bütün bu koşuşturmalar ne için hiç bilmiyorum. Sonunu göremediğim upuzun bir yol... Upuzun mu dedim? Nerden bilebilirim ki? O zaman şöyle diyeyim, sonunu göremediğim zorlu karmaşık bir süreç.. Ne zaman biter,nasıl sonuçlanır hiç bilmem... Ya da biter mi? Yine döndük başa...Okullar niye vardır? Öğrencilerin belli bir süreç içinde, iyi yönde davranış değişikliği yaşamaları için mi yoksa öğretmenlerin bağırıp çağırarak kendilerini rahatlatmaları için mi çözemedim gitti.

Staja gittim bugün yine-her çarşamba olduğu gibi-bana ayrılan ders saatinde etkinlikler yapmaya çalıştım kendimce.Yöntemler hazırladım, ilgilerini çekebilecek oyunlar oynattım ama nafile.. Pür dikkat dinleyen de var orası ayrı, nasıl güzel dinleyip uyguluyor 'bazı' çocuklar. Fakat sınıfın genelinde bir sorun var. Cevap veriyorum: GÜDÜLEREK YÖNETİLMEYE ALIŞTIRILMIŞLAR. Biz toplum olarak da alışığız buna gerçi fakat birisinin, birilerinin dur demesi gerek değil mi sizce de? Evet düşününce küçücük bir noktayız evrende, evet yine düşününce değiştirmek zor belki oturmuş bazı düzenleri ama imkansız mı? Bilemiyorum inanmak istemiyorum, imkansız demek istemiyorum. Oysa ne de güzeldi Köy Enstitüleri, ne de güzeldi Hasan Ali Yücel'ler, İsmail Hakkı Tonguç'lar...Ya Talip Apaydın'lar, Necmiye Yangöz'ler? Yaşamak isterdim o dönemlerde...

Tarih 02.05.2012. Ne yazık...Küçücük çocuklar alışmışlar bağırılınca susmaya. Haftada iki saat giderek nasıl değiştireyim ben onları? İlerde kendi sınıfım olursa şayet, orda temelden yetiştirim inancı var bir miktar. O da yok olmak üzereyken nelere sarılıp nerelerde avunmalıyım bilemez oldum. Bütün bu koşuşturmalar ne için hiç bilmiyorum. Sonunu görmek için araladım kapıyı, üstüme kapatmaya çalışanlara inat...